HZ. PEYGAMBER'İN BEDEN DİLİ VE ÜSLUBU
PEYGAMBER
0
Yorumlar
Yürüyüş Tarzları
Kaynakların verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber; yürürken ayaklarını sürümezler, adımlarını atarken yerden sertçe kaldırırlardı. Hareket hâlinde iken sağa sola sallanmazlar, inişli yokuşlu engebeli bir arâzide yürürcesine hafifçe önlerine eğilirlerdi. Dimdik durup göğüslerini kabartarak yürümedikleri gibi, koşar adımlarla yürürcesine hızlı da yürümezlerdi. Fakat, Allah'ın kendilerine bir lutfu olarak, uzun mesafeleri kısa zamanda katederlerdi.
Oturuş Tarzları
Peygamber Efendimiz'in oturuş şekillerine dâir bize intikal eden vesîkalar ise, hadis metinleri arasına serpiştirilmiş durumda olup, şu şekillerden oluşmaktadır:
Kurfesâ biçiminde oturuş: Türkçe karşılığını tam olarak bulamadığımız bu oturuş biçimi şöyledir; İnsanın oturağı üzerine oturarak, dizlerini, karnına doğru iyice çekip kolları arasına aldıktan sonra ellerinin önden bağlanması şeklinde bir oturuştur. Buna, bir nevî destekli oturuş denebilir. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in zaman zaman bu şekilde oturduğunun görüldüğüne dâir rivayetler bulunmaktadır.
Kurfesâ biçiminde oturuş: Türkçe karşılığını tam olarak bulamadığımız bu oturuş biçimi şöyledir; İnsanın oturağı üzerine oturarak, dizlerini, karnına doğru iyice çekip kolları arasına aldıktan sonra ellerinin önden bağlanması şeklinde bir oturuştur. Buna, bir nevî destekli oturuş denebilir. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in zaman zaman bu şekilde oturduğunun görüldüğüne dâir rivayetler bulunmaktadır.
İhtibâ yaparak oturma:
İhtibâ, bir önceki oturuş şeklinin aynıdır. Ancak, orada dizler el ile bağlandığı halde, burada kemer veyâ kuşak gibi bir eşya ile bağlanmaktadır.
Bağdaş Kurma: Ebû Dâvûd'un kaydettiği bir rivâyete göre, "Hz. Peygamber, sabah namazını kıldırdıktan sonra, güneş iyice doğuncaya kadar bağdaş kurarak otururdu".
Bağdaş Kurma: Ebû Dâvûd'un kaydettiği bir rivâyete göre, "Hz. Peygamber, sabah namazını kıldırdıktan sonra, güneş iyice doğuncaya kadar bağdaş kurarak otururdu".
Çömelme:
"İhtifâz" veyâ "ik'â" kelimeleriyle ifâde edilen bu oturuş şeklinin, daha çok yemek yerken kullanıldığı görülmektedir.
Sırtüstü Uzanıp Ayak Ayak Üstüne Atma: Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in Mescid-i Şerîf'te, sırtüstü yatıp ayak ayak üstüne koyarak istirahat ettiklerinin görüldüğüne dâir rivâyetler yer almaktadır.
Ayağını Sarkıtarak Oturma:
Hadis metinleri arasında, Hz. Peygamber'in bir kısım ashâbı ile birlikte, bir kuyu bileziğine oturarak ayaklarını kuyu boşluğuna sarkıttıklarına dâir rivâyetlere de rastlanmaktadır.
Diz Çökme:
Hz. Peygamber'in oturuş tarzlarına yer veren kaynaklarda, diğerleri gibi ayrı bir başlık altında, diz çökerek oturduklarına dâir rivâyetlere rastlanmamaktadır. Ancak, hadîs metinlerinin sebeb-i vürûd kısımları ile ashâbın hayâtını anlatan Tabakat kitaplarının satırları arasında bu durumu tesbit etmek mümkün olabilmiştir.
Diz çökme, Zât-ı Risâlet'in mûtad oturuş tarzıdır. Bu sebeple ashabdan birisinin: "Ben, Peygamber Efendimiz'i diz çökmüş vaziyette gördüm" demesi, bilineni tekrar bildirmek olurdu ki, bunun da ilgi çekici bir yönü kalmazdı. İşte ashâbın görüp anlattığı diğer oturuş tarzları, onların zaman zaman ve nâdiren Rasûlullah'ın şahsında müşâhade ettikleri oturuş şekilleridir.
Peygamber Efendimiz, hayatının çeşitli safhalarında yerine göre, yukarıda yedi madde hâlinde sıralanan şekillerin hepsi ile de oturmuş ve böylece O’na her açıdan benzemek isteyen ümmetini, belli bir şekille bağlamamış ve onları tek tip oturuşla sınırlamamıştır.
Dayandığı Eşyalar
Peygamber Efendimiz: "Üç şey vardır ki, geri çevrilmez: Yastık, güzel koku ve süt!." buyurmuşlardır.
Rasûlullah Efendimiz, sohbet meclislerinde ve uzun müddet oturma durumunda kaldıkları hâllerde, kollarının altına bir "yastık" alarak yaslanırlardı.
Hz. Peygamber'in, yerden biraz yüksekçe ve hurma yaprağından örülmüş "serîr" adı verilen bir eşya üzerine oturduklarına dâir bilgilere de sâhip bulunuyoruz.
Peygamber Efendimiz'in, demir veyâ tahta ayaklı bir kürsü üzerine oturduklarının görüldüğüne dâir belgeler de bulunmaktadır.
Hz. Peygamber, o günün toplumunda revaçta bulunup da varlık gösterisine kaçmamak kaydıyla kendisine ikrâm edilen bütün eşyaların üstüne oturmayı reddetmemiştir. Nitekim, misafirliğe gittikleri yerlerde, yerine göre, altına atılan halı veyâ keçeden mâmûl minder üstüne oturmuş, yerine göre ikrâm edilen mindere oturmayarak, kuru tahta veyâ çıplak toprak üzerine ilişivermiştir.
Konuşma Tarzları
Hz. Peygamber'in en bâriz özelliklerinden biri de, O'nun konuşmasındaki güzellik ve mükemmellikti. Peygamber Efendimiz: "Ben, az-öz söz söyleme (cevâmi'ul-kelîm) özelliği ile donatılmış olarak gönderildim" (Buhari, VIII, 76, 168 "Bü'istü bi-Cevâmi'il-kelim"; en-Nihâye, I, 295) buyurmuştur. Yetiştiği çevre de, Peygamber Efendimiz'in fasîh konuşmasında büyük rol oynamıştır.
Hz. Peygamber tane tane, açık-seçik ve herkesin anlayabileceği bir tarzda konuşurlardı. O kadar ki, dinleyenler eğer kelimelerini saysa, onları teker teker sayabilirlerdi. Yerine göre de, konuşması sırasında geçen önemli cümlelerini üçer def'a tekrar ederlerdi.
Yerine göre bir vâiz, bir müftü, bir hâkim; yerine göre bir muallim, bir terbiyeci, bir âile reisi; duruma göre bir diplomat, bir kumandan, bir fâtih, bütün bunların yanında geniş dostluk çevresi olan bir cemiyet adamı gibi sıfatlarla karşımıza çıkan Hz. Peygamber; dost-düşman, müslim-gayrimüslim, zengin-fakir, büyük-küçük, kadın-erkek her kesimle muhâtap olmuştur.
Peygamber Efendimiz, sohbet ederlerken; ashâbına karşı dâimâ mütevazı bir kardeş, şefkatli bir öğretmen ve merhametli bir baba gibi davranmış; bâzı muâşeret kaidelerini (görgü kuralları) öğretmeyi arzû ettikleri zaman da, onlara, tatlı bir üslûpla hitâb etmiştir. Söyleyeceklerini bâzen şakacı bir tarzda; bâzen gönül alıcı, sevindirici, ümit verici ve teşvîk edici bir biçimde; yerine göre kinâyeli, teşbîhli, ufuk açıcı ve düşündürücü bir üslûpla söylemişlerdir.
Hz. Peygamber'in topluluk karşısındaki konuşmalarının tonu da üslûbu da çok farklıdır. Kaynaklar, bu tür konuşmalar için "hutbe" kökünden türetilmiş tâbirler kullanırlar. "Vedâ Hutbesi" dışında diğer hitâbe tarzındaki konuşmaların içerisinde bu kadar uzununa rastlanmamaktadır.
Halka hitâben yaptığı konuşmalarda, gözleri kızarır, sesinin tonu yükselir ve heyecânı iyice artar; konuşmalarını yaparken, elinde, hem dayanmakta, hem de öteye beriye işâret etmekte kullanılan "mıhsara" denen (asâ, baston, değnek, cop türünden) bir çubuk bulundururlardı.
Hz. Peygamber, bilhassa lüzûmsuz aşırılıkları, İslâm'a söz getirebilecek ölçüsüz davranışları ve temel prensipleri zedeleyici hareketleri hiç hoş karşılamazlar; bu türden olaylar kendisine intikal ettikçe üzülürler, öfkelenirler, açıktan tavır takınırlar ve sert bir dille ikaz ederek bunları önlemeye çalışırlardı.
Hz. Peygamber, bilhassa lüzûmsuz aşırılıkları, İslâm'a söz getirebilecek ölçüsüz davranışları ve temel prensipleri zedeleyici hareketleri hiç hoş karşılamazlar; bu türden olaylar kendisine intikal ettikçe üzülürler, öfkelenirler, açıktan tavır takınırlar ve sert bir dille ikaz ederek bunları önlemeye çalışırlardı.
Hz. Peygamber'in değişmez bir tavrı vardı: Normal insanda bile hoş karşılanmayan; kaba, kırıcı, küçük düşürücü, hakaret edici, ölçüyü kaçırıcı türden bir konuşma ve hitap tarzı, O'nun şahsiyetinde hiç yer bulmamıştır.
Gülüş Tarzları
Kaynakların ittifakla kaydettiklerine göre, Rasûlullah Efendimiz, yaradılıştan beşûş çehreli, yani güleç yüzlü idi. Tebessüm denen "gülümseme", O'nun mübârek yüzünden hiç eksik olmazdı. En sıkıntılı anlarında bile, üzüntülerini belli etmezler, yanındakilerin içlerini karartacak bir tavır sergilemezlerdi. Bilhassa sevdikleri kimselerle karşılaştıklarında, öylesine tebessüm ederlerdi ki, böyle anlarda, yüzleri ay gibi parıldardı.
Bu tabîî halleri dışında, Rasûlullah Efendimiz'in, bir de gülüşleri vardı. Hadîs kaynakları, O'nun nelere ve nasıl güldüklerine dâir pek çok vesîka kaydetmişlerdir. Özellikle Âişe (r.a) vâlidemiz, Peygamber Efendimiz'in gülüş tarzlarını şu şekilde anlatmışlardır: "Rasûlullah Efendimiz'in küçük dili gözükecek şekilde, kendinden geçercesine güldüklerini hiç görmedim. O'nun gülüşü, tebessüm şeklinde idi" (Buhari, el-Câmi'us-Sahîh, VII, 94-95; el-Edeb'ül-Müfred, s.97, nu:251).
Hz. Peygamber'in diğer sahâbilerinin bir çoğu da, çeşitli münâsebetlerle, O'nun bu gülüş tarzını anlatırlarken "...öyle ki, azı dişleri gözükecek derecede güldüler!" şeklinde bir ifâde kullanmışlardır. Bu gülüş tarzında, dişler gözükür; fakat ses işitilmez. İşte bu, Peygamber Efendimiz'in gülüş tarzıdır.
Şakaları
Enes b. Mâlik (r.a): "Rasûlullah Efendimiz, çocuklara karşı, insanların en çok şaka yapanı idi" (Taberanî, el-Mu'Cem',s-Sagîr, II, 39; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye. III, 466). "Peygamber Efendimiz, insanlar içinde, hanımlarına en çok şaka yapan kimse idi" (İbn'ül-Esir, en-Nihaye. III, 466; Gazali, İhyâ, III, 129) der.
Peygamber Efendimiz; daha çok, çocuklara; hanımlarına; fakir fukarâ zümresine ve çevresinden sevgi bekleyenlere şaka yapmıştır. "Arkadaşınla ağız kavgası yapma; ona şaka da yapma; bir söz verip tutmamazlık da etme!" buyurunca, çevresindekiler tarafından: "Ama yâ Rasûlallah, siz de şaka yapıyorsunuz!." diye sorulduğunda: "Evet, ben de şaka yaparım; fakat ben (şaka yaparken bile) sâdece hakîkati söylerim" (Buhari, el-Edeb'ül-Müfred, s.102, nu:265; Tirmızî, Sünen IV, 357, nu:1990). cevabını vermişlerdir.
Enes b. Mâlik(r.a) anlatıyor: Peygamber Efendimiz bana, "İki kulaklı!" diye hitâbetti (en-Nihaye, I, 34).
Tirmizî'nin hocası Mahmûd b. Gaylân, kendi hocası Ebû Üsâme'nin bu haberi açıklayıcı mâhiyette: "Yâni Hz. Peygamber, Enes'e şaka yapmıştır" dediğini söylemiştir.
Yorum Gönder