iKi BÜYÜK KEDER: Hz.HATiCE VE EBU TALiB'iN VEFAATI
Müslümanlar ablukadan kurtulduktan sonra Hz.Peygamber yine halkla temasa başlamıştı. İslamiyetin Araplar arasında yayılmasına ve müslümanların sayısının günden güne artmasına rağmen müslümanlar eza ve cefadan bir türlü kurtulamıyordu. Boykot antlaşmaşının yırtılmasından henüz bir iki ay geçmişti. Hz.Peygamber iki büyük kederle karşılaştı. Birkaç gün ara ile hamisi Ebu Talib ile kendisinin en büyük teselli kaynağı zevcesi Hazret-i Hatice vefat ettiler. Bu iki ölüm Hazret-i Peygamber'e çok hüzün ve elem verdi. Bundan dolayı bu yıla hüzün yılı denilmiştir.
- Ebu Talib öldüğü zaman yaşı seksen dolayında idi. Hastalandığı zaman müslümanlarla Kureyş arasındaki gerginlik devam ediyordu. Kureyş'in ileri gelen takımı Ebu Talib'e giderek bu son deminde kardeşi oğluyla aralarında bir uzlaşma yapmasını istediler ve şöyle dediler:
- Aramızdaki mevkiin, bildiği gibidir. Başına bir hal gelmesinden korkuyoruz. Endişeye düştük. Bizimle kardeşin oğlu arasındaki durumu biliyorsun. Çağır da aramızı bul, O bize ilişmesin, biz de Ona ilişmeyelim.
Onlar böyle konuşurken Hz.Muhammed de geldi ve buraya niçin toplandıklarını öğrenince onlara dedi ki:
- Sizden bir tek söz istiyorum. O sözü verirseniz Araplar size tabii olurlar, Acemler sizin dininize bağlanırlar. Ebu Cehil atıldı:
- Bir değil, on söz veririz.
Hazret-i Muhammed anlattı:
- Allah'tan başka tanrı yoktur, deyiniz ve Allah'tan gayrı taptıklarınızı söküp atınız.
İçlerinden biri atıldı;
- Ya Muhammed, bütün ilahları birleştirmek mi istiyorsun? Sonra birbirlerine döndüler ve şöyle konuştular:
- Bu adam bize, istediğimiz şeyi vermeyecek! Bundan sonra kalkıp gittiler.
Hz.Muhammed müşrikleri kendi tarafına celbetmek için tevhid akidesinden asla fedakarlık yapmamıştır.
Ebu Talib'in ardından Hazret-i Hatice bu fani dünyaya gözlerini kapadı. Onun ölümü Hazret-i Peygamber'e çok üzüntü verdi. Çünkü Hatice, sevgisiyle, kalbinin rikkatiyle, vefakarlığıyla, kadınlığın şefkatiyle; imanın kuvvetiyle, sadakat ve faziletiyle Hazret-i Muhammed'in en büyük desteği ve tesellisi idi. Hazret-i Peygamber'i ilk tasdik eden O, olmuştu. En buhranlı zamanlarında Ona teselli verirdi. Hakikaten Hazret-i Hatice bir siyanet meleği gibi Hazret-i Muhammed'in ümidi idi. Hazret-i Muhammed, hayatında onun kadar kimseyi sevmemişti. Fakat şimdi O da kara topraklara karışmıştı. Hamisi Ebu Talib ve sadık zevcesi Hatice, bunların ikisini de birbiri ardı sıra kaybetmek ne hazindi. Bu iki acı ruhunda derin izler bıraktı.
Hazret-i Hatice'yi, Hazret-i Peygamber candan seviyordu.
Hazret-i Aişe diyor ki: Hazret-i Hatice'yi görmediğim halde Peygamber'in diğer zevcelerinden fazla, onu kıskanırdım. Hazret-i Peygamber onu daima hatırlar ve ondan bahsederdi. Hatta bir gün bu yüzden Resul-i Ekrem'e darılmış, O da; " Cenab-ı Hak, benim kalbime onun muhabbetini vermiştir. " mukaabelesinde bulunmuştu.
Bir gün Hazret-i Hatice'nin kızkardeşi olan Hale, hemşiresinin ölümünden sonra Hazret-i Peygamber'i ziyarete gelmiş, huzuruna girmek için müsaade istemişti. Hale'nin sesi, Hazret-i Hatice'nin sesine benzediğinden Hazret-i Peygamber onun sesini duyunca Hatice'yi hatırlayarak onu anmış, bu sırada hazır bulunan Hz.Aişe bu manzara karşısında müteessir olarak:
- Ölen bir ihtiyar kadını bu kadar hatırlamakta mana ne? Cenab-ı Hak sana daha iyi zevceler verdi, genç ve güzel, demişti. Hz.Peygamber Aişe'ye şu cevabı vermişti:
- Hayır, hakikaten senin dediğin gibi değil. Herkes bana inanmadığı zaman, bana inanan o idi. Herkes müşrik iken o müslümanlığı kabul etmişti. Benim hiçbir yardımcım yokken, o bana yardım ediyordu.
Hazret-i Muhammed, kendisine en büyük destek olan bu iki yardımcıyı kaybettikten sonra Kureyş'in Ona eza ve cefası daha ziyade arttı. En sıkıntılı günler gelip çattı. Ebu Talib Hazret-i Muhammed'i öz evladı gibi sever ve korurdu. Şimdi Kureyş'in tasallutunu def eden, onun yerini tutacak bir kimse yoktu. Kureyş meydanı boş bulunca işkence ve taarruzlarını büsbütün arttırdılar. Barbarca harekete başladılar. Bir gün Peygamberimiz sokaktan geçerken habisin biri Onun başına toprak atmıştı. Peygamberimiz bu adice hareket karşısında ne yaptı bilir misiniz? O haliyle evine giderek kızı Fatıma'ya üstündeki başındaki toprağı, çamuru temizletmişti. Hazret-i Fatıma babasını bu halde görünce içi sızlamış ve Onu temizlerken ağlamıştı. Hayatta çocuklarımızın ağlaması kadar içimize işleyen, yüreğimizi sızlatan ne vardır? Hele kızlarımızın ağlamasını görmek ne acıdır. Kızlarımın gözlerinden akan ızdırap yaşı, içimize bir alev halinde akıp kalbimizi yakar, onların hıçkırıkları bizim ciğerlerimizi parçalayan bir sarsıntı halinde içimize dolar. Hazret-i Muhammed kızlarına karşı çok şefkatli bir baba idi. Şimdi ise kızı ağlıyordu. Hem niçin ve nasıl bir sırada? Az zaman önce anasını kaybettiğinden masum yüreciği yaralı olan kızcağız, babasının üstü başı toprak içinde kalacak derecede hakaret görmesine ağlıyordu. Hazret-i Muhammed bu manzara karşısında ne yaptı sanıyorsunuz? Her zamanki gibi bütün gönlüyle Allah'ına döndü, Allah'ının yardımına güvendi ve ağlayan kızının yaşlarını mübarek eliyle silerek:
- Ağlama yavrum, dedi. Allah, babanı koruyacak. Ve bu anda hamisi Ebu Talib'i hatırladı.
- Ebu Talib ölünceye kadar, Kureyş bana pek dokunamadı, dedi.
Yorum Gönder