ACIKLI BiR ZiYARET


ACIKLI BiR ZiYARET

Amine'nin Medine'de Beni Neccar'da akrabaları vardı. Hem onları ziyaret etmek, hem de yetim çocuğa yüzünü görmek nasip olmadığı babasının mezarını ziyaret ettirmek maksadıyla çocuğuyla Medine'ye ziyaret yaptı. Hazret-i Muhammed o zaman altı yaşında idi. Ümü Eymen de, tabi bu uzun yolculukta yanlarında idi. Medine'de dayıları nezdinde bir ay kadar misafir kaldılar. Yetim çocuğun körpe dimağında yeni intibalar uyandı. Babsının mezarının başucunda masum tavrıyla dururken ilk defa olarak hayatında bir şeyin eksik olduğunu hissetti. Babadan yetim kaldığını anladı. Bu seyehatın derin izleri onun hafızasından hiç bir zaman silinmedi. Hicretten sonra Medine'de ikamet ederken bir defa şöyle demişti: "Burası validemin ikamet ettiği yerdir. Yüzme öğrendiğim havuz da bu idi. Buralarda Enise'nin kızı ile oynuyordum."

Misafirlik sona ermiş,artık Mekke'ye dönüyorlardı. Annesiye yetim çocuğu ve bir de hizmetçileri Ümmü Eymen'i taşıyan küçük kaafile, kızgın çölleri aşarak bir akşam üzeri güneş batarken, Medine'nin yirmi üç mil cenubuna düşen Ebva köyüne gelmişti. O akşam o köyde kaldılar. Fakat anne şiddetli bir hastalığa yakalanmıştı. Belki son dakikalarını yaşadığını sezer gibi olmuştu. Baba öksüüz olan ciğerparesini yanı başına oturttu. Şefkat dolu gözlerle onu baştan ayağa bir süzdü. Bu bakışlarda neler okunuyordu neler! Oğlunu öptü,yüzünü, gözünü kokladı. Parçalanan bağrına basarak analığın bütün hararet ve şefkatiyle onu okşadı. Bu anne, kalbinin bütün şefkatini yavrusuna sarmak, ruhunun bütün hassasiyetini ona vermek istiyordu. İçinden neler geçiyordu, ruhunda ne fırtınalar kopuyordu. Daha ana karnında iken babasını kaybeden bu yavrucak, şimdi de anneden mi mahrum kalacaktı? Anne, bu acıyı hisseder gibi oldu ve oğlunun yüzüne tekrar baktı. Bir daha göremeyeceği biricik oğlunun masum yüzüne baka baka genç anne şu manada bir şiiri okudu:

"Her yeni eskiyecek ve her şey fena bulacaktır.

Ben de öleceğim,fakat gam yemem,temiz bir çocuk

Doğurdum,dünyaya bir büyük hayır bırakıyorum!"


Bu sözlerden sonra gözlerini bu fani hayata kapadı. Ümmü Eymen çocuğu alarak Mekke'ye döndü. Bundan sonra Hazret-i Muhammed'i dedesi Abdü'l-Muttalib yanına aldı. Ana baba öksüzü kalan torununu o büyüttü.

Efendimiz çok vefakar idi. En ufak bir iyiliği asla unutmazdı. Sadık hizmetçileri Ümmü Eymen hakkında da aynı duyguları beslerdi. Onu hiç unutmazdı. Ümmü Eymen'i her gördükçe: "Benim, anamdan sonra anam sensin" diye ona karşı beslediği şükran duygularını ifade ederdi.

Hazre-i Muhammed 6 yaşında anadan da yetim kalınca dedesi Abdü'l Muttalib onu alıp büyütüyordu. Nihayet bu ihtiyar dedenin de son günleri yaklaşıyordu. 82 yaşına gelmişti. Abdül'l Muttalib torununu kimin himayesine vereceğini uzun boylu düşündü. Bu onun için bir vazife idi. Bir gün oğullarını hasta döşeğinin yanıbaşına çağırdı. Muhammed'i himaye edecek olanı seçecekti. Ebu Leheb'e dönerek şöyle dedi:

-Senin servetin çok, lakin kalbinde merhamet az. Çocuksa yetim,yüreciği yaralı, onu hoş tutamazsın. Senin nadanca hallerinden incinir ve üzülür, onun için çocuğu senin eline teslim edemem!

İhtiyarın bu sözleri bir keramet mi idi? Hakikaten Peygamber Efendimiz, bütün hayatı boyunca bu katı kalpli, taş yürekli adamdan neler çekti. Hiç bir yabancı, amcası olan bu insan kadar ona eziyet etmemiştir. Ebu Leheb hakkında Kur'an'da şiddetli bir sure vardır. Peygamberimizin en büyük düşmanları Ebu Cehl ile Ebu Lehebdi.

Sonra oğlu Abbas'ı süzerek:
-Sen bu işe layıksın fakat senin de ailen kalabalık, gailen başından aşkın. Evlatların çok... Bu sırada Ebu Talib ortaya atıldı:
-Babacığım, gerçi benim servetim az, zengin değilim. Kardeşlerimin içinde benden daha eli yufka olanı yok. Fakat şefkatim hepsinden üstündür. Kardeşim Abdullah'ın oğluna bakmadığı ben cana minnet bilirim, dedi.

Abdü'l-Muttalib küçük torununun da re'yini almayı unutmadı. Ona dönerek amcalarından hangisini babalığa seçtiğini sordu. Masum çocuk yerinden fırladı ve Ebu Talib'in boynuna sarıldı. Böylece Ebu Talib'in himayesine girmiş oldu. Zaten Abdü'l-Muttalib'in oğulları içinde Abdullah ile ana baba bir kardeş olan Ebu Talib idi. Diğerleriyle anaları ayrı idi. Ebu Talib'in Muhammed'e öksüzlüğünü hiç sezdirmeyeceğinde şüphe yoktu.

Bu hadiseden birkaç gün sonra ihtiyar dede bu fani hayata gözlerini yumdu. Ana baba öksüzü,en kuvvetli hamisi olan dedesini de kaybetti. Bu ölüm ona çok acı geldi. Dedesinin cenazesini teşyi ederken göz yaşlarını tutamamış, ağlamıştı.Kim bilir bu küçük çocuk ihtiyar dedesini mezara götürürken içinde ne gibi hatıralar canlanıyordu. Hiç yüzünü görmeden mezara giren babası, iki sene evvel yolda bir köy mezarlığında toprağa verdiği annesi, bunlar hep içinden geçiyordu. Ve göz yaşlarını bunların hepsi için döküyordu. Onun için göz yaşları bu kadar çok akıyordu! O zaman sekiz yaşında idi. Dedesi ise 82 yaşında ölmüştü.

Abdü'l-Muttalib'in ölümü yalnız bu yetim çocuk için değil, Beni Haşim ailesi için büyük bir kayıp idi. Oğulları arasında onun yerini tutacak yoktu. Abdü'-Muttalib'in ölümünden sonra Ümmeyye oğulları, Haşim oğullarını üstelediler. Haşimilerin mevki sarsıldı. Kabenin hizmetlerinden ellerinde yalnız sikaaye kaldı. Bu vazife Abbasta idi. Abbas zengin idi, fakat tamahkarlığı vardı.
To Top