PEYGAMBER MESCiDi'NDE ÇOCUK
ADABI
0
Yorumlar
Zorlu bir hicret yolculuğunun ardından Medine’ye ulaşan
Peygamber Efendimiz, devesi Kasva’nın çöktüğü yere en yakın evde
konaklayacağını söylemişti. Kasva’nın adımları bir düzlükte sona ermiş ve
Peygamberimiz bu alanda Mescid-i Nebevî’yi inşa etme kararı almıştı. Ne hoş bir
tesadüftür ki hurma kurutulan bu arsa, Sehl ve Süheyl adındaki iki yetim
kardeşe aitti! Çocukları çağıran Allah Rasulü, arsayı kendisine hibe etmek
istemelerine rağmen onlara ödemede bulunacak ve İslam medeniyetinin kalbi olan
Peygamber Mescidi, bu arsada yükselecekti. (Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 45.) İki
küçük yavrunun toprağında…
Daha ilk günden başlayan mescit-çocuk ilişkisi, Rahmet Elçisi’nin hoşgörülü, sabırlı ve anlayışlı tutumu ile günden güne gelişmiş, asrısaadet boyunca çocuklar Mescid-i Nebevî’nin şerefli cemaati arasında yer almışlardı.
Daha ilk günden başlayan mescit-çocuk ilişkisi, Rahmet Elçisi’nin hoşgörülü,
sabırlı ve anlayışlı tutumu ile günden güne gelişmiş, asrısaadet boyunca
çocuklar Mescid-i Nebevî’nin şerefli cemaati arasında yer almışlardı. Elbette o
gün de tıpkı bugün gibi çocuk çocukluğunu yapacak, hoplayıp zıplayacak, koşup
oynayacak, namaz esnasında bazen ağlayıp belki de gülüşecekti. Küçük bir çocuk
olan İbn Abbas ve yanındaki arkadaşı gibi, bir eşeğin üstünde gelip açık alanda
ashabına namaz kıldıran Rasulüllah’ın önünden geçecek, sonra eşekten inip
otlasın diye onu safların arasına salıverecek, hatta o sırada iki küçük kız
çocuğu daha gelerek safların arasına karışacak ama Rasul-i Ekrem (s.a.s.) bütün
bunlara aldırış etmediği gibi ashaptan da hiç kimse çocukları azarlamayacaktı.
(Buhârî, Ezân, 161; Ebû Dâvûd, Salât, 112.) Neydi onları çocuklara karşı böyle
sabırlı kılan? Çocuğu cemaatten uzaklaştırmayan, aksine onu namazla ve mescitle
dostluk kurmaya teşvik eden bu tavrın sebebi neydi?
Günümüzün mahrum olduğu bu tavrın altında kuşkusuz Peygamber Efendimiz’in
ibadet terbiyesi konusunda izlediği kararlılık ve eğitim anlayışı yatmaktaydı.
Rasulüllah’ın eğitim metodu emir, tembih ve ceza üzerine değil, nasihat ve
örneklik üzerine kuruluydu. Bir çocuğun, duyduğundan ve okuduğundan ziyade
gördüğünü benimsediği ve anne babasını model alarak kendi davranışlarına yön
verdiği düşünüldüğünde, bir diğer deyişle, “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra
anne babası onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusi yapar.” (Buhârî, Tefsîr (Kasas),
2; Müslim, Kader, 22.) hadisi hatırlandığında, bizzat mescitte ibadet eden
büyüklerini gören çocuğa maneviyat aşısı yapmanın ne kadar kolaylaşacağı
aşikârdır. Ezanın birliğe çağrısını, tekbirin ve kıraatin coşkusunu, secdenin
ve duanın huzurunu yaşayan bir çocuk için mescit, bir başka yerde edinemeyeceği
engin bir maneviyat tecrübesinin tek adresidir.
Diğer yandan Mescid-i Nebevî, o günün sadece ibadetgâhı ve medresesi değil,
hukuktan edebiyata her türlü sosyal hadisenin cereyan ettiği hayat merkeziydi,
can eviydi. Dolayısıyla Peygamberimiz zamanında vakit namazlarında bile
mescitte bir saf oluşturacak kadar çok çocuğun bulunması, (Ebû Dâvûd, Salât,
96.) Allah Rasulü’nün hayatın akışıyla çocukları ne denli sık buluşturduğunu
göstermektedir. Bu sayede çocuklar, toplumsal hayatın ihtiyaçlarını görmekte,
inanan bir insan olmanın sınırlarını ve sorumluluklarını öğrenmektedir.
Peygamber Efendimiz böyle bir buluşma imkânını başta kendi torunlarına
sağlamış, mesela bir cuma günü hutbe verirken, kırmızı entarilerinin eteklerine
bastıkları için sendeleyerek yürüyen torunları Hasan ve Hüseyin mescide girince
onları görmezden gelerek konuşmaya devam etmemiş, minberden inip küçükleri
kucağına alarak tekrar minbere çıktıktan sonra “Allah, ‘Mallarınız ve çocuklarınız
imtihan vesilesidir.’ derken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe
kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım da sözümü keserek onları kucağıma aldım.”
buyurmuş ve hutbesini tamamlamıştır. (Tirmizî, Menâkıb, 30; Nesâî, Cuma, 30.)
Ashab-ı kiramın anlatımlarına göre, bazen kız bazen de erkek torunlarını omzuna
alarak namaz kılan Peygamberimiz (Ebû Dâvûd, Salât, 164, 165; Nesâî, Tatbik,
82.) dahası bu şekilde imamlık yaparak (Müslim, Mesâcid, 43.) bugün hayal bile
edemeyeceğimiz bir görüntü ile inananlara örnek olmuştur.
Yanında büyüyen küçük hizmetkârı Enes’e şefkat dolu bir ifade ile “Yavrucuğum, namazda yüzünü sağa sola çevirip bakma.” diyen, cemaate katıldığında yanlışlıkla imamın soluna duran amcasının küçük oğlu Abdullah b. Abbas’ı tutup sağ tarafına geçirdikten sonra başını okşayan odur.
Dedeleri namazda iken omzuna ve sırtına tırmandıklarına göre, Allah Rasulü’nün
torunları oldukça küçük yaşta iken mescide gelebilmektedirler. Sadece onlar
değil, anneleri ile gelen bebekler ve erkekler ile kadınlar arasında
kendilerine ayrılan safta namaza duracak kadar büyümüş çocuklar da mescidin
müdavimleridir. “Allah’ın hanım kullarını mescide gitmekten alıkoymayınız.”
(Buhârî, Cum’a, 13; Müslim, Salât, 136.) buyuran bir peygamber elbette
annelerin mescide devamının ancak çocuklarını da yanlarında getirmeleriyle
mümkün olacağının farkındadır. Kadını da çocuğu da eğitim halkasının ve ibadet
ortamının içine çeken bu eşsiz anlayışın belki de en çarpıcı cümlesi yine onun
(s.a.s.) dilinden dökülmektedir: “Uzun uzun kıldırma isteğiyle namaza
başlıyorum ki o esnada bir çocuk ağlaması işitiyorum. Annesinin onun
ağlamasından dolayı sıkıntıya düşeceğini bildiğimden namazı kısa tutuyorum.”
(Buhârî, Ezân, 65; Müslim, Salât, 192.)
Çocuk ile cami arasına duvar örmeyen Allah Rasulü’nün, geleceğin büyüklerini
namazdan uzaklaştırmak bir yana, aksine nasıl namaz kılacaklarını onlara bizzat
öğrettiğini biliyoruz. Yanında büyüyen küçük hizmetkârı Enes’e şefkat dolu bir
ifade ile “Yavrucuğum, namazda yüzünü sağa sola çevirip bakma.” diyen,
(Tirmizî, Cum’a, 60.) cemaate katıldığında yanlışlıkla imamın soluna duran
amcasının küçük oğlu Abdullah b. Abbas’ı tutup sağ tarafına geçirdikten sonra
başını okşayan (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 26; Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 182.)
odur. Çocuğun zihninde namaz öğretisi ile birleşen bir “Yavrucuğum!” ifadesi,
bir peygamber okşaması, sevgi ile namazı ne kadar çabuk ve güçlü bir şekilde
birbirine bağlayacaktır! Bir diğer açıdan düşünelim: Yaklaştığında kovulduğu,
sesi çıktığında azarlandığı, soru sorduğunda terslendiği bir mescide tazecik
çocuk gönlünün ısınması nasıl mümkün olabilir ki? Anne babası ile camiyi
tanıyan, seven ve benimseyen bir yavru için onunla Allah’ın mescidi arasında
köprü olma vazifesini yerine getiren ebeveynine artık Hz. İbrahim (a.s.) gibi
el açıp yalvarmak kalmaktadır: “Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle.
Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” (İbrahim,
40.)