O'NU GÖR, O'NU BİL, O'NU TANI!


Ben şahsen, Allah’a karşı vefa hissi, samimiyet ve ihlâsla yapılmayan bir işin semereli olacağına inanmıyorum. Aksine, vefa, samimiyet ve ihlâsla gerçekleştirilebilecek hayırlı amellerin, dünyadaki ordularla elde edilemeyeceğine bütün ruh u canımla kat’iyen iman ediyorum. Aslında ben, bu ve buna benzer sözleri 1520 seneden beri, tabiî.. İmam Gazzâlî’den Bediüzzamana pek çok İslâm büyüğü ve İslâm dâhilerini takliden bu işin hakikatini bütün derinliği ile vicdanımda tam duymadan söylemiş olabilirim ama, şimdilerde bunu vicdanımda daha net, daha açık görüyor ve bu hakikate bundan önceki yıllara nispeten çok daha fazla inanıyorum.

Evet, Allah’a karşı vefa hissinin canlı tutulması ile elde edilecek zaferler, ordularla elde edilebilecek zaferleri –inanın– kat kat aşar. Meselâ, şimdilerde mazhar olduğumuz lütuf ve ihsanların elde edilmesi için Fatih başta, sağ cenahta Ulubatlı Hasan, sol cenahta Hızır Çelebi İstanbul’un fethine yürüyen o büyük fetih ordusu ile dahi elde edilemeyecek kadar zor ve önemli olduğuna inanıyorum. Öyleyse misyonun böylesine öneminden dolayıdır ki, sık sık vicdanlar kontrol edilmeli, Allah ile olan ahd ü peymanlar gözden geçirilmeli, ulûhiyet, mâbudiyet ve abdiyet konuları tekrar tekrar ele alınmalıdır. Eğer biz kul isek –ki kuluz– lütfedilen bütün bu ihsanları, boynumuza geçirilen bir tasma veya ayağımıza geçirilen bir pranga gibi görmeliyiz. Bu ve buna benzer mülâhazalarla biz gerçek ubûdiyeti sergileyebilirsek, bunun karşılığında Rabbim de rahmetini sağanak sağanak üzerimize yağdırmaya devam edecektir.

Evet, Üstad Hazretleri’nin On Yedinci Söz’de dediği gibi “Yalnız Bir’i bil, yalnız Bir’i gör, yalnız Bir’i tanı.”[1] düşüncesi bizim bütün davranışlarımızın esası olmalıdır. Yani insanlarla oturup kalkma, onları sevme veya nefret etme... sadece O’ndan ötürü bulunmalıdır. Bu açıdan şimdilerde içte ve dışta çok ses getiren eğitim, kültür faaliyetleri, milletimiz ve hatta topyekün insanlık adına yapılan hizmetler bizim nazarımızda bir hiç olmalıdır. Zaten “O’nu bulan neyi kaybetmiş ve O’nu kaybeden neyi bulmuştur ki?”[2] demiyor mu Ataullah İskenderî. O hâlde boşa olta atmamalı, boşa zıpkın salmamalı. Her şeyde sadece O’nun rızası gözetilerek hareket edilmeli ve Allah’a talip olmanın ötesinde bütün düşüncelere elden geldiğince kapalı kalınmalıdır.

Her zaman çevremizde açılıp kapanan çiçeklere bakıp bayılıyorum ben. Çünkü onlar sürekli güneşi takip ediyorlar. Açılıp kapanmalarını ona göre ayarlıyorlar. İşte onların bu hâlleri, kulluk dersi adına bana çok önemli geliyor. O’nun rızasının olduğu yerlerde var, aksi takdirde yok. Ne kadar güzel! İşte bizim varlığımızın en anlamlı buudu da bu; Rabbimiz’le olan irtibatımızı kavî tutup gerisine karışmama.

Öte yandan Rabbimiz’in şu icraatına bakın ki, boyumu­zaposumuza bakmadan, gerçek kadr ü kıymetimizi nazara almadan tenezzülen konuşmalarını bizim anlayabileceğimiz seviyede yapmış ve yapıyor.. ve yine tenezzülen,
“Sığmam dedi Hak arz u semaya,
Kenzen bilindi dil madeninden.”[3]
beytinin ifade ettiği gibi, insan kalbine tecellî dalga boyunda inmiş ve “Gör Beni burada!” demiş. Dolayısıyla insan hüşyar bir anlayış ve idrakle azıcık kendi kalbine dönüverse tasvir, tasavvur ve tahayyüllerin çok çok üstünde, keyfiyetsiz, kemmiyetsiz verâların verâların verâların.... verâsında O’nu ter ü taze bulabilir. Zaten böyle bir bulma da her zaman insanın gayesi olmalıdır.

[1] Bediüzzaman, Sözler s.231 (On Yedinci Söz, İkinci Makam).
[2] eş-Şürnûbî, Şerhu Hikemi’l-Atâiyye s.208.
[3] el-Cürcânî, et-Ta’rîfât s.218; es-Suyûtî, ed-Düreru’l-müntesira s.15

Yorum Gönder

To Top