O'NU GÖR, O'NU BİL, O'NU TANI!
ALLAH
0
Yorumlar
Ben şahsen, Allah’a karşı vefa hissi, samimiyet ve ihlâsla
yapılmayan bir işin semereli olacağına inanmıyorum. Aksine, vefa, samimiyet ve
ihlâsla gerçekleştirilebilecek hayırlı amellerin, dünyadaki ordularla elde
edilemeyeceğine bütün ruh u canımla kat’iyen iman ediyorum. Aslında ben, bu ve buna
benzer sözleri 15‑20 seneden beri, –tabiî.. İmam Gazzâlî’den Bediüzzaman’a pek çok İslâm büyüğü
ve İslâm dâhilerini takliden– bu işin hakikatini bütün derinliği ile
vicdanımda tam duymadan söylemiş olabilirim ama, şimdilerde
bunu vicdanımda daha net, daha açık görüyor
ve bu hakikate bundan önceki yıllara nispeten çok daha fazla inanıyorum.
Evet, Allah’a karşı vefa hissinin canlı tutulması ile elde
edilecek zaferler, ordularla elde edilebilecek zaferleri –inanın– kat kat aşar.
Meselâ, şimdilerde mazhar olduğumuz lütuf ve ihsanların elde edilmesi için
Fatih başta, sağ cenahta Ulubatlı Hasan, sol cenahta Hızır Çelebi İstanbul’un
fethine yürüyen o büyük fetih ordusu ile dahi elde edilemeyecek kadar zor ve
önemli olduğuna inanıyorum. Öyleyse misyonun böylesine öneminden dolayıdır ki,
sık sık vicdanlar kontrol edilmeli, Allah ile olan ahd ü peymanlar gözden
geçirilmeli, ulûhiyet, mâbudiyet ve abdiyet konuları tekrar tekrar ele
alınmalıdır. Eğer biz kul isek –ki kuluz– lütfedilen bütün bu ihsanları,
boynumuza geçirilen bir tasma veya ayağımıza geçirilen bir pranga gibi
görmeliyiz. Bu ve buna benzer mülâhazalarla biz gerçek ubûdiyeti
sergileyebilirsek, bunun karşılığında Rabbim de rahmetini sağanak sağanak
üzerimize yağdırmaya devam edecektir.
Evet, Üstad Hazretleri’nin On Yedinci Söz’de dediği gibi
“Yalnız Bir’i bil, yalnız Bir’i gör, yalnız Bir’i tanı.”[1] düşüncesi bizim
bütün davranışlarımızın esası olmalıdır. Yani insanlarla oturup kalkma, onları
sevme veya nefret etme... sadece O’ndan ötürü bulunmalıdır. Bu açıdan
şimdilerde içte ve dışta çok ses getiren eğitim, kültür faaliyetleri,
milletimiz ve hatta topyekün insanlık adına yapılan hizmetler bizim nazarımızda
bir hiç olmalıdır. Zaten “O’nu bulan neyi kaybetmiş ve O’nu kaybeden neyi
bulmuştur ki?”[2] demiyor mu Ataullah İskenderî. O hâlde boşa olta atmamalı,
boşa zıpkın salmamalı. Her şeyde sadece O’nun rızası gözetilerek hareket
edilmeli ve Allah’a talip olmanın ötesinde bütün düşüncelere elden geldiğince
kapalı kalınmalıdır.
Her zaman çevremizde açılıp kapanan çiçeklere bakıp
bayılıyorum ben. Çünkü onlar sürekli güneşi takip ediyorlar. Açılıp
kapanmalarını ona göre ayarlıyorlar. İşte onların bu hâlleri, kulluk dersi
adına bana çok önemli geliyor. O’nun rızasının olduğu yerlerde var, aksi
takdirde yok. Ne kadar güzel! İşte bizim varlığımızın en anlamlı buudu da bu;
Rabbimiz’le olan irtibatımızı kavî tutup gerisine karışmama.
Öte yandan Rabbimiz’in şu icraatına bakın ki, boyumuza‑posumuza
bakmadan, gerçek kadr ü kıymetimizi nazara almadan tenezzülen
konuşmalarını bizim anlayabileceğimiz seviyede
yapmış ve yapıyor.. ve yine tenezzülen,
“Sığmam dedi Hak arz u semaya,
Kenzen bilindi dil madeninden.”[3]
beytinin ifade ettiği gibi, insan kalbine tecellî dalga
boyunda inmiş ve “Gör Beni burada!” demiş. Dolayısıyla insan hüşyar bir anlayış
ve idrakle azıcık kendi kalbine dönüverse tasvir, tasavvur ve tahayyüllerin çok
çok üstünde, keyfiyetsiz, kemmiyetsiz verâların verâların verâların....
verâsında O’nu ter ü taze bulabilir. Zaten böyle bir bulma da her zaman insanın
gayesi olmalıdır.
[1] Bediüzzaman, Sözler s.231 (On Yedinci Söz, İkinci
Makam).
[2] eş-Şürnûbî, Şerhu Hikemi’l-Atâiyye s.208.
[3] el-Cürcânî, et-Ta’rîfât s.218; es-Suyûtî,
ed-Düreru’l-müntesira s.15
Yorum Gönder