BAYRAM VE SABAHI



BAYRAM VE SABAHI

Bayramlar; Müslümanların birbiriyle kaynaştığı küs olanların barıştığı fakir fukarâ ve yetimlerin sevindirildiği sevinç ve neşe günleridir. Ramazan gittiği için değil günahlarımız affolup nimete kavuştuğumuz için bayram yapıyoruz. Bayram günleri Peygamber efendimizin zamanından beri husûsî bir şekilde kutlanmıştır. Bütün İslâm devletlerinde de bugüne kadar kutlanarak gelmiştir.

Bayram günleri; ana baba hoca akraba arkadaş ve komşu ziyâretleri yapılır. Sâlih olan akrabayı ziyâret lâzımdır. Sâlih arkadaşları ziyâret de çok sevaptır. Bayram öncesi yiyecek giyecek ve temizlik gibi hazırlıklar yapılır. Bayram günlerinde herkes temiz giyinir. Çocuklara yeni elbiseler alınır. Fakir öksüz ve yetimler sevindirilir. Bayram namazından sonra kabirler ziyâret edilir; geçmişlerin akraba ve din büyüklerinin rûhu için Kur’ân-ı kerîm okunur duâ edilir ve sadakalar verilir. Daha sonra da aile büyükleri dost akraba arkadaş ve tanıdıklar ziyâret edilir. Çocuklar babalarının ve aile büyüklerinin; gençler de yaşlıların ellerini öperler.

Bayram günü şunları yapmak sünnettir:
  • Erken kalkmak.
  • Gusül abdesti almak.
  • Misvâk kullanmak.
  • Güzel koku sürünmek.
  • Yeni ve temiz elbise giyinmek.
  • Namazdan önce tatlı yemek.
  • Yüzük takmak.
  • Câmiye erken gitmek.
  • Giderken tekbir söylemek.
  • Müminlere selâm vermek.
  • Güler yüzlü olmak.
  • Müminlerle bayramlaşmak
  • Fakirlere sadaka vermek.
  • Dargınları barıştırmak.
  • Akrabayı ziyâret etmek.
  • Din kardeşlerini ziyâret etmek.
  • Ziyârette hediye götürmek.
  • Kabirleri ziyâret etmek.
  • Misâfirlere ikram etmek.
  • Çok duâ ve tevbe etmek.

Bayram ve Bayram Namazları

Bayram bir neş’e ve sevinç günü demektir. Arabçası “İyd” dir. Çogulu “A’yâd” gelir. Bayram tebriklerine “Ta’yîd“ bayramlaşmaya da “Muayede” denir.

Peygamber Efendimiz Medine-i Münevvere’yi şereflendirince ora halkının senede iki defa bayram yaparak eğlendiklerini öğrenince onlara şöyle buyurmuş: “Yüce Allah o iki bayram günlerine karşılık onlardan daha hayırlı iki bayram günlerini size ihsan etmiştir.” O günlerin Ramazan ve Kurban Bayramı günleri olduğunu müjdelemiştir. Bunlara arabçada “İyd-i Fitir ve İyd-i Adha” denir.

Bu günlere “İyd” denilmesi bunların birer neş’e ve sevinç günü olmaları hayra yorumlanmaları veya Allah’ın bu günlerde pek çok ihsanlarda bulunması bakımındandır. Ramazan Bayramı üç gün Kurban Bayramı da dört gündür.

Kendilerine cuma namazı farz olanlara cuma namazının vücub ve eda şartları içinde Ramazan ve Kurban Bayramı namazları vacibdir. Yalnız Bayram namazlarında hutbeler vacib değildir. Bu namazlardan sonra hutbe okunması sünnettir.

Bayram namazlarının ilk vakti işrak zamanıdır. Güneşin görünüşüne nazaran ufuktan bir veya iki mızrak boyu[orta boylu bir mızrak on iki karış uzunluğundadır] kadar yükselip kerahet vaktinin çıktığı andır. Bu andan itibaren istiva veya zeval vaktine kadar kılınması caizdir. (Mekruh vakitler bahsine bakabilirsiniz!.)

Bayram namazları ikişer rekattır. Cemaatle aşikâre olarak kılınırlar. Ezan ve ikamet yapılmaksızın imam iki rekat Ramazan veya Kurban bayramı namazına niyet eder. Cemaat da böyle iki rekat bayram namazı kılmak için imama uymaya niyet eder.” “Allahü Ekber” diye iftitah tekbiri alınır eller bağlanır. Hep birlikte gizlice “Sübhaneke” okunur. Sonra imam yüksek sesle cemaat da gizlice “Allahü Ekber” diye üç tekbir alırlar. Tekbirlerde eller yukarıya kaldırılıp ondan sonra yanlara salıverilir her tekbir arasında üç tesbih miktarı durulur. Üçüncü tekbirden sonra eller bağlanır.

İmam gizlice “Eûzü-Besmele” çektikten sonra aşikâre olarak Fatiha sûresi ile bir miktar daha Kur’an-ı Kerim’den okur. Aşikâre “Allahü Ekber” diyerek bilindiği gibi rüku ve secdelere gider. Cemaat da gizlice tekbir alarak imama uyar. Sonra yine tekbir alınarak ikinci rekata kalkılır. İmam gizlice “Besmele“den sonra yine aşikâre olarak Fatiha sûresi ile bir miktar daha Kur’an okur. Tekrar üç defa eller kaldırılarak birinci rekatta olduğu gibi üç tekbir alınır. Ondan sonra imam yine aşikâre cemaat ise gizlice 

“Allahü Ekber” diye rükua ve secdelere varırlar. Sonra oturulup gizlice “Tahiyyat Salli-Barik ve Rabbenâ âtinâ” duaları hep birlikte okunur ve iki tarafa selâm verilerek namaz tamamlanır.
Bu halde bayram namazlarının her rekatında üç fazla tekbir bulunmuş olur ki bunlar da vacibdir.

(Hanbelî mezhebine göre birinci rekatta altı ikinci rekatta beş tekbir alınır ve her iki rekatta da tekbirler kıraattan önce yapılır. İmam Malik ile İmam Şafiî’ye göre birinci rekatta yedi ikinci rekatta beş tekbir alınır ve tekbirler her iki rekatta da kıraattan önce alınır.)

İmam bayram namazını kıldırdıktan sonra hutbe okumak için minbere çıkar. Cumada olduğu gibi iki hutbe okur. Ancak bu bayram hutbelerine tekbir ile başlanır. Cemaat da bu tekbirlere hafifçe katılır. Hatib Ramazan Bayramı hutbesinde cemaata Fıtır Sadakası üzerinde Kurban Bayramı Hutbesinde Kurban ve Teşrîk tekbirleri konusunda bilgi verir.

Cuma hutbelerinde sünnet olan şeyler bayram hutbelerinde de sünnettir. Mekruh olanlar da aynen mekruhtur. Bayram hutbelerinin namazdan önce okunmaları caiz olmakla beraber mekruh sayılmıştır.

İmam birinci rekatta bayram tekbirlerini unutup da Fatiha’nın bir kısmını veya tamamını okuduktan sonra hatırlarsa tekbirleri alır. Fatiha’yı yeniden okur. Fakat Fatiha’dan sonra bir miktar Kur’an okuduktan sonra tekbirleri alır kıraatı iade etmez.

Bayram namazlarında birinci rekatın rükuuna varmış olan bir imama yetişen kimse bu rükua kavuşacağını tahmin ediyorsa hem İftitah tekbirini hem de bayram tekbirlerini ayakta alarak ondan sonra rükua varır. Rükuu kaçıracağından korkuyorsa İftitah tekbirinden sonra hemen rükua varır ve Bayram tekbirlerini rükuda alır. Bu tekbirleri alırken ellerini kaldırmaz. Tekbirleri tamamlayamasa dahi imam kıyama kalkınca o da imamla kalkar imamın alacağı tekbirlerde imama uyar. İmam sünnete uygun olan tekbirlerin dışına çıkmadıkça imama tekbirlerde uyulur sünnet daşında az veya çok almış olduğu tekbirlerde ona uyulmaz.
 
Bayram namazının ikinci rekatına yetişen kimse imam selâm verdikten sonra birinci rekatı kaza etmeye kalkınca önce Besmele ile Fatiha sûresini ve ilâve edeceği bir sûreyi okur. Sonra gizlice tekbirleri alarak namazı tamamlar. Bu şekilde mesbuk olanlar kendi mezheblerinde alacakları tekbirleri getirirler imamın almış olduğu tekbirlerin sayısını gözetmezler.
Bayram namazına yetişemeyen kimse kendi başına Bayram namazı kılamaz. İsterse dört rekat nafile namazı kılar. Bu bir kuşluk namazı yerine geçer sevabı büyük olur.
(Şafiî’lere göre Bayram namazları Müekked Sünnet’lerdir. Bir rivayete göre de Farz-ı kifaye’dir. İslâm alâmetlerinden sayılır. Cemaatla kılınması daha faziletlidir. Yalnız başına da hutbesiz kılınabilir. Bunu misafirler de kadınlar da yalnız başlarına kılabilirler. Güneşin doğuşundan zeval vaktine kadar kılınabilir.

Malikîlere göre Bayram namazı müekked sünnettir. Bir görüşe göre de Farz-ı kifaye’dir. Hanbelî mezhebinde de Farz-ı kifayedir. İmam ile kılmayı başaramayanın bunu kaza etmesi sünnettir.)

Kurban Bayramı namazını ilk vaktinde kılmak Ramazan Bayramı Namazını da biraz geciktirmek müstahabdır. Bayram namazı cenaze namazına ve cenaze namazı da Bayram hutbesine takdim edilir (önce kılınır).
Bayram namazları bir şehirde herkesin toplanacağı bir yerde (Namazgâhda) kılınabileceği gibi birçok camilerde de kılınabilir.

Bayram günlerinde erken kalkmak yıkanmak misvak kullanmak gülyağı ve benzeri hoş koku sürünmek giyilmesi mübah olan elbiselerden en güzel ve temizini giymek yüce Allah’ın nimetlerine şükür için neş’e ve sevinç göstermek karşılaşılan mümin kardeşlere karşı güler yüz göstermek elden geldiği kadar fazla sadaka vermek Bayram gecelerini ibadetle geçirmek müstehab ve güzel bulunmuştur.

Ramazan Bayramında Bayram namazından önce hurma gibi tatlı bir şey yenilmesi Kurban bayramında ise namaz kılınmadıkça bir şey yenilmemesi müstahabdır. Sahih olan görüşe göre bu hususta kurban kesecek kimse ile kesmeyecek kimse eşittir. Kurban kesecek kimsenin keseceği kurban eti ile yemeğe başlaması daha uygundur. Bununla beraber namazdan önce bir şey yenilmesinde de kerahet yoktur.

Kurban kesecek kimse tırnaklarını ve saçlarını kesmeyi geciktirir. Bunu yapmak mendubdur. Fakat bu geciktirme hoşa gitmeyecek bir durumu ortaya koyacak bir zaman olmamalıdır. Bunun en uzun müddeti kırk gündür.

Faziletli olan haftada bir defa tırnakları ve bıyıkların fazla kısmını kesmek ziyade tüyleri gidermek yıkanmak suretiyle bedenin temizliğine bakmaktır. Bunlar hiç olmasa on beş günde bir yapılmalıdır. Kırk günden fazlaya bırakılmasında özür kabul edilmez.

Bayram günü camiye bir vakar ve sükûn ile gidilir. Ramazan Bayramında namaza giderken gizlice Kurban Bayramında ise açıkca tekbir alınması ve namazdan sonra da mümkün ise başka bir yoldan eve dönülmesi mendubdur.

Kurban Bayramının birinci gününe “Yevm-i Nahir“ diğer üç gününe de “Eyyam-ı Teşrik” denir. Bu bayramdan önceki gün ise “Yevm-i Arefer’dir ki Zilhicce’nin dokuzuncu günüdür. Ramazan Bayramında Arefe yoktur. Arefe gününün sabah namazından itibaren Bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar yirmi üç vakit farz namazın arkasından bir defa şöyle tekbir alınır ki bunlara Teşrik Tekbirleri denir:

“Allahü ekber Allahü ekber. Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber. Allahü ekber ve lillâlhilhamd.”
Tekbirlerin bu miktar okunması iki imamın görüşüdür işlem de böyle yapılmaktadır. İmam Azam’a göre bu tekbirler Arefe gününün sabahından ertesi günün ikindisine kadar olan sekiz vakit farz namazın arkasından alınır.

Teşrîk Tekbirleri fıkıh alimlerinin çoğuna göre vacibdir. Sünnet diyenler de vardır. İki imama göre farz namazları kılmakla yükümlü olan herkes için bu tekbirler vacibdir. Bu hususta tek başına namaz kılan imama uyan misafir (yolcu) ile mukim köylü ile şehirli erkek ile kadın eşittir. İmam Azam’a göre ise bu tekbirlerin vacib olması için mukim olmak hür olmak erkek olmak ve namaz müstehab şekilde cemaatle kılınan bir farz olmak şarttır. Buna göre misafirlere kölelere kadınlara ve tek başına namaz kılan kimselere bu tekbirler vacib değildir. Fakat bunlar kendilerine tekbir vacib olan cemaatle namazı kılanlara uymaları halinde tekbir almaları gerekir. Cuma ve Bayram namazları kılınmayan köylerde bulunanlara da vacib olmaz. Cuma günü öğle namazını kendi aralarında cemaatle kılan özürlü kimselere de vacib olmaz. Kadınların da kendi aralarında cemâatle namaz kılmaları müstahab şekilde olan cemaattan sayılmaz.

Bir senenin Teşrîk günlerinde terk edilen bir namaz yine o senenin teşrîk günlerinden birinde kaza edilse sonunda Teşrîk Tekbiri alınır. Fakat başka günlerde veya başka bir senenin teşrîk günlerinde kaza edilecek olsa teşrîk tekbiri alınmaz.

Bir namazda sehiv secdeleri ile teşrîk tekbiri ve telbiye toplanacak olsa önce sehiv secdeleri yapılır sonra tekbir alınır. Ondan sonra da telbiyede bulunulur. Eğer telbiye önce yapılırsa sehiv secdeleri ve teşrîk tekbiri düşer. (Telbiye için hac bahsine bakılsın!)
Arefe günü insanların bir yerde toplanarak Arafat’da bulunan hacıları taklid eder bir durum almaları hiç bir esasa bağlı değildir. Bunu mekruh görenler de vardır.

Bayram günlerinde müslümanların birbirlerini tebrik etmesi görüşüp musafaha yapması ve birbirlerine: “Gaferellahu lena ve leküm Allah bizi ve sizi bağışlasın” yahut: “Takabbelellahu Tealâ minna ve minküm Yüce Allah bizden ve sizden kabul buyursun ” şeklinde duada bulunması da mendubdur.

Bayram bir sevinç ve neşe günüdür. Yüce duyguların coştuğu, sevgi ve saygı, hislerinin mü’minler arasında alabildiğine canlandığı güzel günlerden biridir. O günde yardımlaşma ve kaynaşma son sınırına varır. 

Bayram insanları kaynaştırıp biraraya getiren en güzel vesilelerden biridir. Öyle ki, bayramda şahlanan yardımlaşma ve hediyeleşme ruhu yalnızca hayatta olanlara bağlı kalmaz, dünyadan gidip kabirlerinde bir Fatiha bekleyenlere kadar uzanır. Onların bu dileğini yerine getirmek için mü’minler bayramda kabirleri ziyaret ederler; ruhlarına Kur’ân’lar, Fatihalar ve dualar okuyarak onları da sevindirirler.

Ramazan Bayramının mü’minler arasında ayrı bir yeri vardır. Çünkü Ramazan Bayramı, hergün tutulan orucun iftar vaktindeki sevinci gibi, tutulan bir aylık orucun toplu bir iftar sevincini ifade eder. Bir ay gibi uzun bir süreyle, özellikle Ramazan’ın yaz mevsimine denk geldiğinde sıcak günlerde nefislerine oruç tutturan mü’minler, sabır imtihanını vererek manevi sorumluluktan kurtulmanın sevincini Ramazan Bayramında yaşama imkânına kavuşurlar.

Ramazan ve Kurban bayramları Hicretin 2. yılından İtibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan orucu da ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren rnü’minler sonraki ayın (şevval) ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama Ramazan Bayramı denmiştir.

“Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır“(1) mealindeki hadise dayanarak Ramazan ve Kurban bayramları bayram namazlarının kılınmasıyla başlar.
Hz. Peygamber, “Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir”(2) buyurmuştur.

Ramazan Bayramım da bu manada bir gün olarak kabul etmiş ve bu bayramı Ramazan orucunun iftar günü olarak nitelendirmiştir.(3) Bu sır içindir ki, Ramazan ve Kurban Bayramlarında oruç tutmak haram kılınmıştır. Bir gün önce oruç bozmak haramken, bir gün sonra oruç tutmanın haram olması, mü’minlerin düşünce ve duygu dünyasında nimetlerin gerçek Sahibini hatırlatan en etkili bir sebeptir.

Herkes bir gün önce kimin emrine uyarak oruç tutuyorsa, bugün de Onun rızasına uyarak orucunu açar. Ve Onun gerçek nimet Sahibi olduğunu hakkıyla idrak ederek, gerçek bir şükre yol bulur.

Bayram bir aylık orucun toplu bir iftarı olduğu için, günlük iftarların sünnet türünden âdabı bayramda da yerine getirilir. Nitekim orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Ramazan Bayramına da tatlı yiyerek başlarlardı. Bayram sabahında hurma gibi bir tatlı ile bir aylık oruçlarını açmadan evlerinden ayrılmazlardı. (4)
Her vesile ile bizleri ibadete ve ahiret amellerine teşvik buyuran Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, yılın iki bayram gecesinde kalkıp ibadet etmeyi tavsiye ederlerdi. Bu gecelerde uyanık bulunmanın, kalbin uyanıklığına vesile olduğunu bildirirlerdi. Bunu bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmişlerdi:

“Sevabını Allah’tan umarak iki bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez.” (5)

Bayramlar saadet asrında da bambaşka bir hava ve neş’e içinde yaşanırdı. Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bayram sabahında namazgaha çıkardı. Peygamber hanımlarının da, diğer hanımlar ve kızlarla birlikte namazgaha çıkması istenirdi. Kadınlar cemaatin arka tarafında yer alırlardı.(6) Kılınan bayram namazından sonra Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam cemaate hitaben bir hutbe okuduğunu anlatan îbni Mes’ud (r.a.) devamla şöyle der:

“Resuîullah Aleyhissaiâtü Vesselam üzerine şehadet ederim ki, o namazı hutbeden önce kıldı. Sonra hutbe okudu. Daha sonra kadınlara işittiremediğini düşünüp onların yanına geldi. Onlara hatırlatmalarda bulundu, öğüt verdi ve sadaka vermelerini emretti.
Bilal de elbiselerini açmış, vermelerini işaret etmekte idi. Kadınlar yüzük, halka ve diğer kıymetleri şeyleri atmaya başladılar.” (7)
Bu hadiseyi anlatan sahabilerden biri, “Kadınların bu verdikleri Ramazan Bayramı zekatı mı idî?” sualine şöyle cevap verdi: “Hayır, lakin o vakit verdikleri bir sadaka idi. Kadınlar yüzüklerini atıyor ve atıyorlardı.”(8)

Aynı olaya işaret eden Ebu Saidi’l-Hudri de (r.a.) bayram gününde en çok sadaka verenlerin kadınlar olduğunu anlatır.
Ramazan Bayramı, bağışlanmış olmanın bir sevinç işaretidir. Bu bağışlanma müjdesini insanlara melekler veriyor.

Sa’d bin Evs el-Ensârî anlatıyor: Resulullah Sallal-lahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur.
Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle seslenirler:
“Ey Müslümanlar topluluğu! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol bol mükâfatlar verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolundunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz oruç tutmakla emrolundunuz, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat ediniz, mükâfatınızı alınız.

“Bayram namazını kıldıktan sonra bir münadi şöyle seslenir:

“Dikkat ediniz, müjde size! Rabbiniz sizi bağışladı, evlerinize doğru yola ermiş olarak dönünüz. Bayram günü mükâfat günüdür. Bugün semâ âleminde mükâfat günü olarak ilan edilir.”(9)

Bayram günleri sevinç günleri olduğu için, bu sevincin açıkça gösterilmesine vesile olacak meşru oyun ve eğlencelere de müsaade edilmiştir. Bu hususta Müslim’de ayrı bir bab ayrılmış ve misaller verilmiştir. Bunlardan birinde Hazret-i Âişe (r.a.) şöyle anlatır:

“Bir grup Habeşli, bir bayram günü mızrak ve kalkanlarıyla gösteriler yaparken rakseder gibi oynuyorlardı. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam beni çağırdı. Başımı onun omuzuna dayadım. Bu vaziyette onların harp oyununa bakmaya başladık. Ta onlara bakmaktan ilk vaz geçen ben oluncaya kadar.”(10)

Ancak bayramdaki sevincin gaflete dönüşecek kadar taşkınlığa varmaması lazımdır. Eğlence meşru dairede olmalı ve günah unsurlarını taşımamalıdır. Esasen bayram Allah’ın bize verdiği İlahi bir ziyafettir. Bu bakımdan, bayram gününde en çok Allah’ı hatırlayıp şükretmeye ihtiyacımız vardır. Zaman şeridi içinde bayram yeni bir değişimin başı, bir dönüm noktası ve bir muhasebe vaktidir. Ömürden bir yılın daha geçip gittiğini, kabir alemine doğru bir adım daha yaklaşıldığını hatırlatan vesilelerden biridir.

“Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istila edip gayr-i meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde zikrullaha (Allah’ı zikretmeye) ve şükre azim tergibat (büyük teşvikler) vardır. Ta ki, bayramlarda o sevinç ve sürür nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti ziyadeleştirir,, gafleti kaçırır.” (11)

Nitekim büyük cemaatler halinde kılınan bayram namazları esnasında getirilen tekbirler, gafletin giderilmesine ve şükür vazifesinin yerine getirilmesine en büyük bir vesiledir. Sadece bir ülke halkının değil, yeryüzünde sayısı milyarlara varan Müslümanların hep beraber aynı anda tekbir getirdiklerini hayal ettiğimizde, karşımıza çıkan muhteşem tablo, bayramlarımızı kâinat çapında bir manaya kavuşturur. O anda adeta yeryüzü tek bir ağız olur, tekbir getirip namaz kılar gibi bir hale bürünür. Misâl âleminde birleşen o seslerin bir anda yeryüzünden yükselişi, adeta muhteşem bir koro halinde dünyamızın göklere doğru tevhidi haykırmasıdır.

Bu muhteşem manaların yaşandığı bayram günlerinde küçük meselelerden çıkan kırgınlıkların, dargınlıkların ne önemi olabilir? Onun için bayramda her mü’minin kardeşleriyle kardeşlik sözleşmesini yenilemesi, kuvvetlendirmesi, fakirlerin yardımına koşması, çocuklarını sevindirmesi lazımdır ki, o manalar yaşanan hayata geçsin.
 
Bayramların asıl süsü ve zineti tekbirlerdir. Getirilen her tekbir ruh ve gönüllerde manevi coşkuyu ve heyecanı canlandırır. Kulu, Rabbinin azameti karşısında yüce duygulara taşır.
Ebû Hüreyre anlatıyor:

Resulullah Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Bayramınızı tekbir getirmek suretiyle süsleyiniz.” (12)
Bayramlara sünnet çerçevesinde hazırlanmak bu âdeti de ibadet haline getirir, bu sevinç günlerini biri iman şuuru içinde geçirmeyi temin eder.

Bunun için sünnette yer aldığı gibi bayrama önceden hazırlanmak, temiz ve güzel elbiseleri giymek, gusletmek, misvak kullanmak veya dişleri fırçalamak, güzel kokular sürünmek, güler yüzlü olmak, namazdan önce Ramazan Bayramında hurma vb. tatlı bir şey yemek bugünlerimize ayrı bir mana kazandırır.

Asıl itibariyle fıtır sadakası olarak bildiğimiz fitre de bayram günü verilir. Ramazan ayı içinde verilmemişse fitrenin de o gün verilmesi gerekir. Zaten Ramazan Bayramının hadislerde geçen adı “İydü’I-fıtr”, yani Fıtr Bayramı demektir. Yaratılışın gereği olan kulluk görevleri yapıldığı için bu adı almıştır.

Bayramların en güzel şekli tanısın tanımasın mü’minlerin tokalaşarak, kucaklaşarak birbirleriyle bayramlaşması, bayramlarını kutlaması ve tebrikleşmesidir. Saadet Asrında Sahabiler birbirleriyle “Bârekâllâhü lenâ ve leküm” diyerek bayramlaşılardı, yani “Allah bizden de, sizden de kabul etsin” dedikleri rivayet edilir.(13) Bu tebrikleşme bizim dilimizde “Bayramınız mübarek olsun, bayramınızı kutlu olsun, hayırlı bayramlar” gibi sözlerle ifade edilir.

Yorum Gönder

To Top